|
THKP-C DAVASI
İsrail
Başkonsolosu Elromm'un kaçırılması ve cezalandırılması sonrasında
gelişen operasyonlarda çok sayıda THKP-C kadro ve savaşçısı tutsak
düşmüş, Mahir'de Maltepe'de yaralı olarak düşmanın eline geçmişti. Aynı
süreçte THKO'ya yönelik de yoğun operasyonlar yapılmaktaydı.
16 Ağustos 1971 Pazartesi günü 1. THKP-C davasının ilk duruşması
yapıldı. Davada tutuklu 25 THKP-C'li vardı. 24'ü Maltepe
Hapishanesi'nden getirilmişlerdi. Daha sonra Mahir Çayan getirildi.
Mahir'in salona girişi THKP-C'liler tarafından coşkuyla karşılandı,
sarılıp öpüştüler. Dinleyici sıraları da doluydu. İsrail'in yeni
İstanbul Başkonsolosu da en ön sırada yerini almıştı.
Mahkemede tavır, THKP-C'lilerin Türkiye soluna kazandırdıkları
geleneklerden biridir. O güne kadar daha çok kişisel olarak kurtulmayı
amaçlayan sıradan savunmalara tanık olan mahkeme salonları, Mahir'lerle
siyasi tavır alışlara tanık olacak; dahası bu davada mahkemelerin faşist
düzeni de reddedilecekti.
THKP-C tutsakları ilk duruşmada işkencenin tesbiti için adli tıbba
sevklerini istediler ve kimliklerini açıklamayı reddettiler. Bu arada,
avukatlar Mahir Çayan'ın bulunduğu yerde ayakları demire vurulu olarak
tutulduğunu, buna son verilmesini talep ettiler. Askeri Mahkeme bu
talepleri reddetti.
Bir hafta sonra 23 Ağustos 1971 Pazartesi günü ikinci duruşma yapıldı.
Duruşmalar tutsaklarla mahkeme heyeti arasında bir savaş şeklinde
cereyan ediyordu. Bu savaş bazen askerlerin saldırısıyla fiili hale de
dönüşebiliyordu.
Duruşmaların ilerleyen günlerinde, 26 Kasım'da yaşanan bir olay son
derece çarpıcıydı: Mahir'in duruşma yargıcını suçladığı bir konuşmadan
sonra mahkeme Mahir'in salondan çıkarılmasına karar verir. Mahir'in
çıkarılmasının ardından tüm tutsaklar teker teker söz alarak mahkemeyi
reddederler. Çarpıcı olan, önceki duruşmalarda tahliye durumları vb.
nedeniyle siyasi tavır almayan, mahkemenin baskılarına karşı tavırlara
katılmayan tutsaklar da dahil olmak üzere, tutsakların kesin bir
birliğinin sağlanmış olmasıydı. Bu ortak tavır karşısında, Mahir
hakkında verilen karar geri alınır ve Mahir yeniden salona getirilir. Bu
duruşma aynı zamanda Mahir'in katıldığı son duruşmadır.
MALTEPE FİRARI
"BÜYÜK FİRAR"... 1 Aralık 1971 tarihli gazeteler böyle yazıyordu.
Başlığın hemen altında ise "Çayan, Alptekin, Bardakçı, Ayna ve Yılmaz
kaçtılar" satırları okunuyordu.
Maltepe firarı, devrimci mücadelede yeni bir adımdı, özgür tutsaklığın
ilk önemli halkalarından biriydi. Gerek THKP-C'liler, gerekse de
THKO'lular tutsak düştükleri andan itibaren firarı düşünmeye başladılar.
Silahlı devrim cephesinin, revizyonist, reformist gelenekten kopuşunun
hapishaneler cephesindeki yansımalarından birini de firarın bir görev ve
meşru bir hak olarak görülmesi oluşturuyordu.
Maltepe firarının bir diğer önemli özelliği, THKO ve THKP-C'lilerin
eylem birliğiyle gerçekleştirilmiş olmasıydı. Bu birlikteliğin herhangi
bir protokolu falan yoktu, ama örneğin THKO'lular daha baştan, firar
denemesi için Mahir'in de Maltepe hapishanesine getirilmesi gerektiğini
söyleyebilecek bir birlik anlayışına sahiptiler.
Firar tünel aracılığıyla gerçekleştirilecekti. Tutsaklar tüneli
ortaklaşa kazdılar. Ve nihayet 29 Kasım akşamı son hazırlıklar
tamamlandı. Tünele ilk önce Cihan alptekin girerek çıkış deliğini
patlattı. Ardından Mahir Çayan, Ömer Ayna, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz
çıktılar.
Oligarşinin duvarları onları içeride tutmaya yetmemişti.
SAĞ SAPMA VE İHANET
Savaş kaldığı yerden sürdürülecekti. Ancak Mahir'lerin dışarı çıktığı bu
süreçte savaşın sürdürülmesinin önündeki en büyük engel, THKP içinde
ortaya çıkan sağ sapmaydı.
Cevahir katledilmiş, Mahir tutsak düşmüş, İzmir örgütlenmesi de önemli
bir darbe yemişti. 1971 Mayısında önder kadroların bir kısmının tutsak
edilmesi ve yoğunlaşan baskı ve takip koşullarında dışarda kalan
kadroların bir kısmı savaşı sürdürmek yerine, dönemi atlatma hesaplarına
girmişlerdir.
Bu dönemde Genel Komite tarafından Ankara'dan İstanbul'a gönderilen
Münir Aktolga ve Yusuf Küpeli, tasfiyeci bir faaliyete giriştiler.
Mahir'lerin hapishaneden kaçırılması için hiç bir şey yapmayan sağ
sapma, bunun yerine Mahir'in ve THKP-C ideolojisinin etkisizleştirilmesi
peşindeydi.
Sağ sapma işçilerin esas alınması, silahlı işçi timlerinin
oluşturulmasından sözetmeye ve Kıvılcımlı'nın görüşlerini savunmaya
başlamışlardı. Daha hapishanedeyken sağ sapmanın ihanetinden haberdar
olan Mahir, Merkez Komite'nin tasfiyeciliğe soyunan üyelerine mektup
yazarak durum hakkında bilgi istemiş, ancak cevap alamamıştı.
SAĞ SAPMANIN TASFİYESİ
Ama Mahir şimdi dışarıdaydı. Cevap vermekten kaçamazlardı.
Tasfiyeciler Mahir'le tartışmaktan bir süre daha kaçmaya çalıştılar.
Sonunda Mahir, MK'nın bu iki üyesini görüşmeye çağırdı. Bu süreçte
çeşitli görüşmeler, tartışmalar yapıldı. Bu sürecin sonunda sağ sapmanın
ihaneti mahkum edilerek parti bu klikten temizlendi, tasfiyeciler
partiden ihraç edildi, THKP ve THKC isimlerini kesinlikle
kullanamayacakları belirtildi:
"Partimizin ideolojik-politik-örgütsel-stratejik ilkeleri Kurtuluş'un
1.nci Sayısında, Parti ve Cephe bildirilerinde ve de Parti Tüzüğünde net
ve açıktır.
Partimizin çizgisi Marksizm-Leninizm'in dünyanın ve Türkiye'nin
şartlarına uygulanması sonucunda ortaya çıkmış olan uluslararası
devrimci hareketin çizgisidir.
(...) Partimizin ideolojik-politik-stratejik-örgütsel ilkelerini
'Narodnizm' 'Marksizm ile Narodnizm'in eklektik birleştirilmesi, en
tehlikeli sol sapma' diye niteleyerek, Partimizin devrimci çizgisi
yerine uluslararası sosyal pasifizmin çizgisini, partinin genel
komitesinden habersiz tezgahlama gayretleri içinde olan sizlerin
partimizde kalmasına artık fiilen imkan yoktur.
Bu nedenle, genel komite üyeleri olarak, bizler partideki bütün yetki ve
görevlerinizin iptaline ve de partiden ayrılmanıza karar verdik.
Bu sağcı görüşü benimsemiş olan örgütün bu veya şu kademesinde görevli
olanlar da aynı işleme muhataptırlar."
Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Orhan Savaşçı, Ziya Yılmaz, Ertuğrul Kürkçü
Sağ sapmanın yarattığı ideolojik ve örgütsel kaosa, bulanıklığa bir an
önce son vermek, öncelikli görevdi. Tasfiyeci Münir-Yusuf kliğinin
tasfiyesinden sonra Mahir, Ankara'daki Parti-Cephelilere gönderdiği
yazıda tasfiyecilerin ihanetini ortaya serer:
"Bundan önceki mektupta sadece İlhan ve Mahmut'larla (Münir, Yusuf) aynı
örgütlenme içinde olamayacağımızı ve de fiilen bütün bağlarımızı
kestiğimizi yazmıştık.
Bunun nedenlerini de iki ana başlık altında toplamıştık;
1-) İdeolojik-politik-stratejik çizgi farklılığı,
2-) Yoldaşlığa sığmayacak şekilde bu iki kişinin, en haince oligarşinin
hücrelerindeki yoldaşlarını ilzam edecek işler yapmaları, en adice
bırakalım devrimci yoldaşlığı, feodal dostluğa bile sığmayacak tavırlar
almaları.
... Mayıs ayının sonuna kadar parti çizgisini, hararetle savunan bu
arkadaşlar, İstanbul'daki arkadaşlarının yakalanmaları üzerine, eski
ideoloji ve stratejilerini değiştirerek, eski çizgiyi sol sapma diye
mahkum ederek, kitaplar içine dalarak (bütün pratik görevlerini bir yana
itip) Marksizmi öğrenip, sonunda da 'Eskiden doktor genellikle doğru
söylüyordu. Biz Doktor'un dediklerini yanlış değerlendirmişiz' diyerek
zamanında revizyonist ve anti-leninist diye mahkum edilmiş olan çizgiyi,
partinin yeni çizgisi diye ilan etmişler, bunu Doktor'un her dediğinin
doğru olduğunu söyleyerek değil, genellikle doğru söylüyordu diye
yapmaktadırlar.
Ankara'daki Parti-Cepheliler de sağ sapmayı mahkum ederek, Mahir'in
yazısına, devrimci ilişkilerin, örgüt ilişkilerinin nasıl kavranması
gerektiğine ilişkin tarihsel bir belge niteliğindeki şu cevabı verirler:
"Partimizin çizgisi (ideolojik-politik-örgütsel) parti bildirisi ve
Cephe bildirisinde ortaya konmuştur. Bunun sol ya da sağındaki bütün
görüşleri partimiz reddeder. Ve içinde barındırmasına imkan vermez.
Partimizin ismi Türkiye devrimine kanla kazandırılmıştır. Partimizin
şerefli mirasını ve geçmişini reddederek onun adına sahip çıkmaya
kalkışan (leş kargalarının) partimizin içinde yeri olamaz.
Partimizin yediği darbe sola sapmasından değil, parti içindeki sağ
sapmanın örgütü içten kemirmesi, görevlerini savsaklaması ve partiyi
hantallaştırmasından ötürüdür.
Bugün parti içinde bu görüşleri yayan, partinin hiçbir organının kararı
olmaksızın bir avuç yüreksizin görüşlerini partiye egemen kılmaya
çabalayanlar, dün birlikte savaştığımız kişiler olabilir. Onun bugün
bizim için hiçbir önemi yoktur.
Bizleri birleştiren başlıca bağlayıcı faktör Marksizm-Leninizm'dir.
Bizler kişilere bağlı değil Marksizm-Leninizm'e bağlıyız.
KESİNTİSİZ DEVRİM -I
Mahir firardan sonra, sağ sapmayla ideolojik hesaplaşmanın sürdüğü bu
süreçte Kesintisiz'lerin yazımını da sürdürür. Kesintisiz Devrim broşürü
esas olarak oldukça önceden üç bölüm olarak tasarlanmış, ilk bölümü de
daha önce yazılarak Kurtuluş Dergisi'nde yayınlanmıştır. Kesintisiz
Devrim-I olarak adlandırılan bu ilk bölümün girişinde hem
Kesintisiz'lerin bütününün içeriği, hem de THKP-C'nin teoriye,
ideolojiye yaklaşımının ana hatları vardır:
"Ülkemizin solunda tam bir teorik keşmekeş hüküm sürmektedir. Öyle ki,
aynı revizyonist tezleri temel alan ve bunları değişik ambalajlamalarla
piyasaya süren, kendi öz gücünün dışında başka güçlere bel bağlayan
çeşitli oportünist fraksiyonlar, en sert bir şekilde birbirlerini
oportünizmle, pasifizmle, ihanetle vb. ile suçlamaktadırlar. Kendi
aralarında taktik ayrılık bile sayılamayacak ufak değerlendirme veya
deyiş farklılıkları etrafında fırtına koparmaktadırlar.
Sözde yapılan ideolojik polemikler de, utanmazca yapılan tahriklerin,
küçük burjuva çığırtkanlıklarının, "biz eskiyiz" ukalalıklarının tozu
dumanı içinde tam bir kör döğüşü yıllardır süregelmektedir...
Biz bu broşürü kaleme alırken özellikle bu gerçeği dikkate aldık. Devrim
anlayışımızı, buna bağlı olarak örgüt ve çalışma tarzı anlayışımızı,
marksist devrim teorisinin zaman içinde derinleşip zenginleşmesinin
nasıl bir rota izlediğini belirterek ortaya koymaya çalıştık..."
(Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi Dava Dosyası, s. 365-366)
Kesintisizlerin Kurtuluş'ta yayınlanan birinci kısmında "Marks, Engels
Ve Lenin dönemlerinin marksist devrim teorisi" ele alınmıştır. İkinci
kısım'da, "İki Taktik'te formüle edilmiş olan leninist kesintisiz devrim
teorisinin bizzat Lenin tarafından derinleştirilmesi, Üçüncü kısım'da
ise, emperyalizmin üçüncü bunalım döneminin ayırt edici
özellikleri...yeralacaktır.
KESİNTİSİZ DEVRİM II-III
Oligarşinin ağır baskı ve takip koşulları devam ediyordu. Parti önder ve
kadrolarının katıldığı toplantılarda durum değerlendirilerek, 12 Mart
cuntasına karşı silahlı savaşın sürdürülmesi kararı alınır. Birleşik
devrimci savaş anlayışı çerçevesinde çeşitli planlar yapıldı. Türkiye,
THKP-C'nin daha önceki stratejik planlamalarında beş bölgeye ayrılarak
bu blgeler kodlanmış, 1- İstanbul'a Yıldız, 2) Ankara'ya Meltem, 3)
Ayfon-Eskişehir-Kütahya'ya Bayrak, 4) Merzifon'a Kavşak, 5) Karadeniz
Bölgesine Poyraz isimleri verilerek buna uygun bir işbölümü yapılmıştı.
Mevcut durumda işbölümü tekrar değişmiş, gerek bölgeler bazında, gerekse
de gerilla savaşı bakımından merkezi işbölümü yeniden yapılmış, ancak
stratejik bakış açısı korunuyordu. Ocak sonunda Mahir Ankara'ya gitti.
Ziya Yılmaz ve Ulaş Bardakçı İstanbul'daki hazırlıkları yürütmek üzere
görevlendirildiler.
Mahir Ankara'da bulunduğu bu dönemde, o güne kadar çeşitli
tartışmalarda, yazı ve bildirilerde artık netleştirilmiş bulunan THKP-C
ideolojisini daha etraflı bir biçimde toparlamak için bir broşür kaleme
almaya başlar. Daha sonra Kesintisiz II-III adıyla anılacak olan bu
broşürün yazımı, son derece elverişsiz koşullarda yürütülür. Aynı anda
silahlı savaşın sürdürülmesi ve özel olarak da Deniz'lerin
kurtarılmasına yönelik bir eylemin hazırlıkları da sürdürülür.
Kesintisiz II-III şu sözlerle başlar:
"Bilindiği gibi Türkiye Solunda uzun yıllar revizyonizm, pratiği ışık
tutmayan entelektüel tahlilleri, kuyrukçu çalışma tarzı ve iğrenç
ilişkileri ile etkin ve yönlendirici unsur olmuştur..." (Bütün Yazılar,
Mahir Çayan, s.307)
Devamında ülke koşullarının kısa bir tahlili yapılıp THKP-C'nin temel
doğrultusu açıklanır. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin tanımı
yapılır. Bu metin artık Türkiye Devriminin Yolu'nun en netleşmiş ifadesi
olacaktır. Kesintisiz II-III, hacim olarak çok uzun değildir, ama
Türkiye devriminin bütün temel meselelerinin cevabını veren son derece
yetkin bir formülasyondur. Zaten bu niteliği de giriş bölümünde söylenen
şu sözlerde anlamını bulur:
"Bu ilkelerimizi, bir sürü genel doğrularla, marksizmin lafızları
arasında yüzlerce sayfalık metinlerle ortaya koymak, takdir edileceği
gibi pekala mümkündür. Ve pekala mümkündür sözde pratiğe ışık tutacak,
bir sürü masa başı ahkamlar kesmek.
Ama hayır! Partimizin bünyesinde bu tip entelektüel tahlillere yer
yoktur. Dilimiz, terminolojimiz ve tahlillerimiz genel olarak dünya
devrimci pratiğinin, özel olarak da pratiğimizin ürünü olmalıdır..."
(Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi (THKP-C) s.309-310)
Kesintisiz II-III de kendi içinde bölümlere ayrılır. İlk bölümde
Leninizmin evrensel tezleri, devrim - evrim aşamaları ve çalışma tarzı
üzerinde durulur. Sonraki bölüm ise emperyalizmin üçüncü bunalım dönemi
ve Leninist çizgi tüm ana hatlarıyla tanımlanır, ülkemiz somutunda
oligarşik dikta tahlil edilir. Son bölüm ise Türkiye'nin,
tarihi-sosyal-ekonomik özellikleri, ve pratiğimize ilişkin sonuçlar
başlığını taşımaktadır. Bu bölümde 1923'ten başlayarak 12 Mart'a kadar
ülkenin sosyo-ekonomik yapısındaki gelişmeler, değişmeler anlatılır.
Kesintisiz II-III artık, tüm Parti-Cephelilerin elinde devrimin yolunu
gösteren bir rehber, oportünizme, reformizme karşı idelojik
mücadelelerinde en güçlü silahlarından biri olacaktır.
ARNAVUTKÖY DİRENİŞİ
72'nin Ocak-Şubat aylarında gerek Ankara'da gerekse de İstanbul'da son
derece yoğun bir süreç yaşanmaktadır. Bir yandan tasfiyeciliğin
yolaçtığı ideolojik tahribat gideriliyor, bozulan, dağılan örgütsel
yapılar, bu defa pek çok kadro tutsak düştüğünden daha azıyla yeniden
oluşturulmaya çalışılıyor, ve diğer yandan da silahlı savaşı
sürdürebilmenin koşullarının yaratılması hedefleniyordu.
İşte bu süreçte THKP-C önemli bir kayba daha uğradı. Sürmekte olan
operasyonlar sonucu, Ulaş ve Yılmaz'ın Levent semtinde kaldıkları yer
tesbit edilerek kuşatıldı. Ulaş ve Yılmaz, düşmanın kuşatmasına ve
ateşine, ateşle karşılık verirler ve çatışarak kuşatmayı yararlar.
13 Şubat'taki bu kuşatmadan kurtulmayı başarmışlardır ama çatışmadan
sonra takip koşulları bozulamaz. Operasyonlar pek çok yeri uzanmış,
çeşitli olanaklar kullanılamaz hale gelmiş, daha da önemlisi,
ilişkilerin bütünü açısından bir belirsizlik doğmuştur. Bu koşullarda
buldukları yerler uzun vadeli olmaz ve 19 Şubat'ta Ziya Yılmaz
Fındıkzade'de, Ulaş Bardakçı ise Arnavutköy'de kaldıkları evde
kuşatılırlar. Ziya Yılmaz yaralı olarak ele geçirilir. Ulaş, kuşatılan
evde kaldığının tesbit edildiği anda ateş açar. Çatışma yarım saate
yakın sürer ve Ulaş Parti-Cephe savaşçılarının kuşatıldıklarında "teslim
olmama", "çatışma" geleneğini pekiştiren bir direniş sonucu şehit
düşer.
"12 MART DEĞİŞEN SINIFLAR İLİŞKİSİ"
12 Mart tüm terörüyle halkın ve devrimci örgütlerin üzerine yönelmişti.
Kurulan Erim Hükümeti "Balyoz Harekatı" adını verdiği operasyonlarla
halkı teslim almaya, Atatürkçü maskesiyle de küçük-burjuva kesimleri
kendine yedeklemeye çalışıyordu.
Devrimci örgütler açısından iki tercih vardı, ya teslim olunacak, ya da
savaşılacaktı. THKP-C'nin tercihi tereddütsüz ikincisiydi.
Mahir, bu süreçte kaleme aldığı "12 Mart Değişen Sınıflar İlişkisi ve
Sonuçlar" başlığını taşıyan yazıda şunları belirtiyordu:
"... İşte bu ortamda 12 Mart askeri darbesi olmuş ve 1923'den beri süre
gelen nisbi denge (önce devrim cephesi lehine, 1946'dan sonra aleyhine
olan) bozulmuş ülkedeki oligarşi, küçük-burjuvazinin politik gücünü
kırarak devletin bütün kurumlarına egemen olmuş ve baskı ve şiddet
politikası ile solu dağıtmıştır.
12 Mart öncesinde yedi-sekiz fraksiyon halinde olan sol, bugün başlıca
iki kampa ayrılmıştır.
- Silahlı devrim cephesi.
- Oligarşinin soldaki uzantısı pasifist cephe.
(...) Bu son derece doğaldır. Çünkü her darbe, sağ ve pasifist
eğilimleri ortaya çıkartır. (1905 yenilgisi menşevik çizgiyi geçici
olarak güç kazandırmıştır.)
(...) Soldaki bu oluşum, partimizi de etkilemiş ve partimizin içinden
ufak bir grup, partimizin ideolojik, teorik ve stratejik görüşleri ile
eylemlerini narodnizmin, anarşizmin,teorisi ve pratiği diyerek, pasifist
cephenin parti içindeki uzantıları olmuşlardır."
Ancak Parti-Cephe'nin savaşma kararlılığı nettir. Çünkü bu dönemde
savaşıp savaşmama Türkiye halklarına bağlılığın, sorumluluğun ve devrim
iddiasının bir göstergesi olacaktır. Bu netlik, yazıda şu sözlerle ifade
edilir:
"Oligarşinin terörü şiddeti ne kadar artarsa artsın, partimiz gerilla
savaşına devam edecektir. Partimizin yolu, ihtilalin yoludur. İhtilalin
yolu Partimizin yoludur.
Savaş, Mayıs darbesinden sonra kaldığı yerden devam edecektir.
Örgütü, örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan, programlar veya yaldızlı
lalar değil, devrimci eylemdir." (Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi
Dava Dosyası, s.381)
DENİZLERİN İDAMININ ENGELLENMESİ
Gerek hapishanedeyken, gerekse de firardan sonra, Mahir'lerin
düşüncelerinin bir yanını da hep Deniz'lerin idamının engellenmesi
oluşturur. THKO önder kadroları Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf
Aslan'a verilen idam cezalarının Meclis'te aonaylanması an meselesidir
ve THKP-C, THKO önderlerinin idamına karşı mücadeleyi "Türkiye
devriminin prestiji" meselesi olarak görür.
Maltepe'den THKP-C'lilerle birlikte firar eden THKO önder kadroları
Cihan Alptekin ve Ömer Ayna da Deniz'ler için bir eylem düşünüyor,
çeşitli planlar yapıyorlardı. Ancak operasyonlar sonucu THKO'luların
olanakları son derece sınırlıydı.
Bu süreçte bir elçinin kaçırılması, parlamento içinde bir
milletvekilinin kaçırılması gibi çok çeşitli alternatifler üzerinde
duruldu. Tüm bu tartışmaların, çabanın odağında devrimci dayanışmanın,
devrimci dostluğun, fedakarlığın görkemi vardı:
"Mahir en son anda şu şekilde bir plan teklif etti. Buna göre, herhangi
bir elçiliğe Mahir, Cihan ve Ömer Ayna bir intihar dalışı yapacak,
elçinin hayatı karşılığında kendilerinin de teslim olması kaydıyla
Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in idamlarının engellenmesini
isteyeceklerdi..."
Ancak bu planlardan hiç biri gerçekleştirilemez. Bu hazırlıklar
sürdürülürken, İstanbul'da Ulaş, Ankara'da Koray Doğan katledilir,
tutuklamalar birbirini izler. Bu koşullarda yapılacak bir eylemin
örgütlenmenin darbelerden en az etkilenen kesimi olan Karadeniz'e
kaydırılmasına karar verilir. Bu arada Karadeniz'deki THKP-C'lilerden
Ünye'de bulunan Nato üssüne yönelik bir eylem yapılabileceği önerisinin
de gelmesiyle hemen doğrudan Karadeniz'e geçilmesi gündeme gelir. 17
Mart'ta Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ve bazı THKP-C'liler
makarna yüklü bir kamyonda Karadeniz'e doğru yola çıkarlar.
KIZILDERE
Mahir ve beraberindekiler Ünye taraflarında bir köye yerleşirler. Hemen
Ünye Nato üssünde görevli İngilizlerin oturduğu evin çevresinde
istihbarat yapılarak önceden varolan bilgiler kesinleştirilir ve eylem
aşamasına geçilir. 26 Mart'ta İngilizlerin kaldıkları evdeki 12 kişi
etkisizleştirilerek 3 İngiliz ajanı rehin alınır.
Mahir'in de aralarında bulunduğu gerillalar 3 rehineyle birlikte evden
ayrılıp Tokat'ın Niksar ilçesine doğru yönelirler. İngilizlerin kaldığı
evden ayrılmadan önce eve eylemle ilgili 25 Mart 1972 tarihini taşıyan
bir bildiri bırakılır:
"Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu ve Hükümetine!
(...) 1972'nin Türkiye'sinde tek bir yurtseverin, öncü savaşçısının
oligarşinin ipiyle hayatına son verilmek istenirse, bu İngiliz ajanları
da halkın devrimci öncülerinin, yani bizlerin kurşunlarıyla yok
olacaklardır.
Dünya halklarının baş düşmanı Anglo-Amerikan Emperyalizminin askeri
örgütü olan NATO'da görevli bu İngiliz ajanlarının hayatlarına karşılık
şartlarımız açıktır:
1. İnfazlar derhal durdurulacak,
2. Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacaktır.
3. En çok 48 (kırksekiz) saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından
infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.
Bu şartlar yerine getirilmediği takdirde, kesin olarak bu İngiliz
ajanları kurşuna dizilecektir.
Bu oligarşinin zulmüne, hainliğine, gaddarlığına, kan emiciliğine karşı
bizlerin bir ihtarıdır.
İnfazlar yerine getirilirse şu iyi bilinsin ki, ihtilalci misilleme
sadece bu NATO ajanlarının yok edilmesiyle bitmeyecektir. Bu sadece
başlangıç ve ilk ihtardır. (...)" (Mahir, Turan Feyizoğlu, s.528)
Kaçırma eylemi üzerine hemen tüm ülke çapında yoğun operasyonlar
başlatılır. Karadeniz'e askeri yığınak yapılır. MİT ve polis en seçme
uzmanlarını bölgeye gönderir.
Bu arada İngiliz Hükümeti de, üç İngiliz teknisyenin hayatlarını
kurtarmak için Türk hükümetinin eylemcilere taviz vermemesini ister.
Ankara Sıkıyönetim ve İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Semih Sancar
tarafından yayınlanan bir bildiride de, can ve mal güvenlikleri Türk
milletine emanet edilmiş bulunan İngilizlerin yakalanmasına yardımcı
olacak yurttaşlara yüz bin liraya kadar mükafat verileceği belirtilir.
Gerillalar, yolda rehinelerle birlikte 10 kişiydiler. 27 Mart'ın ilk
saatlerinde Kızıldere köyüne ulaşarak köy muhtarının evine gittiler.
Rehineleri burada tutacaklardı.
30 Mart'ta sabah saatlerinde nöbetçi gerillalar muhtarın evine doğru
jandarmaların yaklaştığını gördüler. Gerillalar Muhtar ve ailesi evden
çıkararak kuşatılma ve çatışma ihtimaline karşı hazırlık yaptılar. Bir
süre sonra da komando birlikleri köyün çevresini sardılar. Sabah saat
altı sıralarında kuşatılmışlardı; "teslim ol" çağrıları yapılmaya
başlandı.
"BİZ BURAYA DÖNMEYE DEĞİL, ÖLMEYE GELDİK!"
THKP-C ve THKO gerillaları, "Teslim ol" çağrılarına Mahir'in işte bu
tarihsel sözüyle cevap verdiler.
Düşman ateş etmeye başladığında da asla düşünmediler teslim olmayı.
Ateşe ateşle karşılık verdiler. Düşman ateşi altında ilk Mahir şehit
düştü. Gerillalar önderlerinin şehit düşmesi karşısında en ufak bir
kararsızlığa kapılmadan çatışmayı sürdürdüler. Düşman koşulları yerine
getirmemişti; bu nedenle İngiliz ajanlar da cezalandırıldı.
Çatışma sona erdiğinde 8 THKP-C ve iki THKO gerillası şehit düşmüştü.
Şehit düşmüşler ama Kızıldere'de bir destan yazmışlardı. Bu destan işte
o günden sonra Türkiye Devriminin Manifestosu oldu. '74'ten sonra
THKP-C'nin mirasına sahip çıkanlar, savaşı "Kızıldere Manifestosu
Yolunda İleri" sloganıyla sürdüreceklerdi.
"Devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır. Kurtuluş
Bayrağı bu yolu tırmanan gerillaların birbirlerine iletmesi ile
oligarşinin burcuna dikilecektir. Her engelde düşen gerillaların
gövdesi bir devrim fırtınası yaratır. Her düşen gerillanın kanı
devrim yolunu kızıllaştırır, aydınlatır. Düşenler geride
kalmazlar. Onlar emekçi halkın kalbinde, ruhunda ve bilincinde,
devrimin önder ve itici sembolleri olarak yaşarlar. Düşenler
devrim için, devrim yolunda vuruşarak düştüler. Kalbimize,
ruhumuza ve bilincimize gömüldüler.
Onlar kurtuluşa kadar savaş şiarını, devrim yoluna kanları ile
yazdılar. Yolumuz bu yolda düşenlerin yoludur.
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ" (Mahir Çayan) |
|
24
Mart 2013,
THKP-C
Aralık ayında bir gün
"1969 yılı sonlarından itibaren, ileride stratejisi izah edilecek
olan Marksist-Leninist nitelikteki gizli örgütü oluşturmak konusunda
anlaşan sanıklar Mahir Cayan, Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga,
Ertuğrul Kürkçü, Hv. Ulş. Yzb. Orhan Savaşçı, Ulaş Bardakçı, Bingöl
Erdumlu ve Ziya Yılmaz, örgütçe Kavaklıdere'de kiralanan evde, Aralık
1970 ayı içerisinde toplanmışlar; daha sonra ki zamanlarda ismi Türkiye
Halk Kurtuluş Partisi olarak topluma duyurulan örgütü oluşturarak,
organlarını ve burada görev alacak kişileri, verilecek görevleri tespit
ve tayin etmişlerdir." İddianame (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi
Davası), sf. 85, Verso Yayınlan.
Evet, THKP-C'nin kuruluş tarihi belli değil; "Aralık ayı
içerisinde"... Partinin kurulmasına karar verilen toplantıda, toplantıya
katılmayan kişilere gıyaplarında merkez organlarında görev veriliyor
(1)... Partinin adı ve tüzüğü, kuruluşundan tam dört ay sonra, "Nisan
ayı içinde" (2) üç kişilik bir komisyon tarafından belirleniyor... Yani
partinin adı, eylemlerinden sonra geliyor... Türk Ticaret Bankası'nın
Erenköy şubesinin "günlük hasılatı kamulaştırıldığında" (3) da (15
Mart), Mete Has ile Talip Aksoy kaçırıldığında da (4 Nisan) partinin adı
yok... Partinin adını ve Tüzüğünü belirleyen üç kişilik komisyon, üç
üyeli Merkez Komitesi'nin iki üyesi arasındaki bir görüşmede
saptanıyor... Tüzük, bu komisyon tarafından hazırlanıyor ve merkez
organlarının diğer üyelerine veriliyor... Kongre yok... Konferans yok...
Partinin kurucularının yaş ortalaması 27...
Varlığı birbuçuk yıldan daha kısa süren ve bu sürenin ancak yansında
aktif olarak faaliyet gösteren böylesi bir partinin 25 yıl boyunca
Türkiye sol hareketi'ne damgasını vurması inanılır gibi değil... Ama
gerçek bu...
Geleneksel komünist partileri ile kıyaslandığında, THKP'nin partiden
çok, partileşme halindeki bir siyasi hareket olduğu görülür. Mihri
Belli'nin deyişi ile "makale, broşür ve bildirilerle görüşlerini oldukça
ayrıntılı olarak" (4) savunan THKP-C'nin yazılı belgeleri, dünyanın ve
Türkiye'nin devrimci bir bakış açısından çözümlenmesini, devrim, örgüt
ve mücadele anlayışını konu alan yazılardan oluşmaktadır. Tüzüğün, bir
paragraflık "Genel Program" başlıklı girişi dışında, partinin ayrı bir
politik-toplumsal programı yoktur. Dava dosyaları incelendiğinde yedi
maddeden oluşan tüzükte belirtilen prosedürlerin uygulandığı bir üye
yazımı da görülmemektedir. "Partinin en üst organı" olarak tanımlanan ve
"çok olağanüstü durumların varlığında" "çok seyrek" toplanacağı
belirtilen Genel Komite, "her alanın en tutarlı ve en sivrilmiş
elemanları ile, bütün bu alanlar arasında ilişki ve güdümü sağlamak ile
yükümlü merkez komitesi üyeleri" (5) nden oluşmaktadır. Kısacası,
gerçekte ne "parti kartı" taşıyan üyeler, ne uzun ve düzenli Merkez
Komite oturumları, ne seçim usulleri, görev ve yetki alanları ayrıntılı
olarak belirlenmiş organların bulunduğu bir partidir THKP.
THKP'nin bu "enformel" oluşumu, Küpeli-Aktolga'dan başlayarak, Parti
'nin eylem çizgisini saldırmak isteyenler için hep bir "yumuşak karın"
olarak algılanagelmiştir. "Denilir ki 'işte parti de, cephe de var',
'çok yönlü çalışma' deyip görev bölümü de yaptık. (...) Numara yapmaya
hiç gerek yoktur. (...) 'Parti', 'cephe', 'çok yönlü çalışma' lafları,
sadece narodnizmi gizlemeye yarayan maskeler olmuştur." (6)
Küpeli ve Aktolga'nın aynı yazıda ortaya koydukları, asıl amaçlarının
"düzensiz ricat şartlarını düzenli ricat şartlan haline getirmek" (7)
olduğu hatırlandığında, partinin işleyişine yöneltilen bu eleştirilerin
gerçekte partinin mücadele çizgisine yöneltilen eleştiriler olduğu
kolayca anlaşılır. Öyleyse, Küpeli ve Aktolga'nın söylediklerinin bir
tek anlamı bulunuyor: "Parti de, Cephe de, çok yönlü çalışma da,
izlenilen mücadele çizgisine göre şekillenmektedir".
THKP'nin ilk bakışta en büyük kusuru gibi görünen enformel oluşum ve
işleyiş, gerçekte onun militan kitle mücadeleleri üzerinde şekillenen
örgütsel dinamizminin bir işareti olarak ele alınabilir.
29-30 Ekim 1970'de Ankara Birlik Tiyatrosu'nda "Proleter.Devrimcilerin
Sohbet Toplantısında yaşanan tartışmalar ve ardından yayınlanan Aydınlık
Sosyalist Dergi'ye Açık Mektup incelendiğinde, tartışılmakta olan
"örgüt" sorununun, soyut bir örgüt sorunu olmadığı görülür.
THKP'nin kurucuları, işin başından itibaren partiyi boş bir kalıp değil,
bir mücadele örgütü olarak görüyorlardı. Parti, devrimci kitle
örgütlerinin "en önündekilerin daha örgütlü ve disiplinli çalışmalarını"
(8) sağlayacaktı.
"Kurulacak örgüt bir düzen örgütü değil, bir savaş örgütü(dür)... Bu
örgütlenme(...) başta parti adını almaya(bilir)." (9)
"Daha üst düzeyde bir örgüte, partiye acilen ihtiyacımız olacaktır. Bunu
kuracaklar DEV-GENÇ'ten çıkacaktır. Fakat bunlar eylemler içinde iyice
pişeceklerdir. Böylece parti bir mücadele içinde kurulacaktır. Parti
askercil bir savaş örgütü olacak, bunun yanında politik yanı da kuvvetli
bulunacaktır... Biz devrimciler, kitle hareketlerinin en önünde
olmalıyız. Bugünkü buhranı derinleştirmek için elimizden geleni yapmalı
ve en etkili eylemlere girmeliyiz." (10)
"Hareketin birliği, leninizmin ilkeleri üzerindeki birliktir. (...) Ve
bugün, devrimci ilkeler üzerinde kurmaya başladığımız birlik, (ASD'den
ayrılığın-bn) üzüntü ve endişeleri memnuniyete çevirecek kadar güçlüdür.
(11)
"Toplumun bütün kesimlerini sarmaya başlayan... devrimci kasırga...
devrimci kavganın çeşitli kesimlerinde fedakarca dövüşen genç
militanların benliğinde, bilincinde ve kalbinde derin değişiklikler
yaptı; her çeşit feodal ve ataerkil ilişkileri parçaladı. Hayat devrimci
pratiğin içindeki işçi, köylü, öğrenci militanları bir araya getirdi.
Böylece, leninizmin temelleri üzerinde devrimci yoldaşlığın oluşturduğu,
kelimenin geniş anlamı ile proleter devrimci bir örgüt doğdu." (12)
THKP-C kurucularının, partiyi kurmaya giriştikleri sıralarda yazdıkları
ve söyledikleri bu sözler, THKP'nin üzerinde yükseldiği istencin özgün
niteliğini ortaya koymaktadır. Bu istenç, "devrimci kavganın çeşitli
kesimlerinde fedakarca dövüşen genç mil-itaların", "toplumun bütün
kesimlerini sarmaya başlayan... devrimci kasırga" karşısındaki görevleri
yüklenmek üzere kendi göbeklerini kesmeye girişmeleri biçiminde
somutlaşmaktadır. Ve Türkiye devrimci hareketinin tarihinde büyük bir
kopuşa yol açacak olan THKP-C'nin "informel" kuruluşunu açıklayan da
işte bu dinamizmdir. THKP-C, çeşitli hak ve yükümlülüklerle tanımlanmış
"bireyler" arasında oluşturulmuş "sözleşmeler" uzerinde değil, devrimci
mücadele içerisinde ayrı kavga çizgileri olarak somutlaşan ideolojik bir
saflaşma üzerinde şekillenmektedir.
Bu tarz bir "örgüt" ilişkisi, gerçekte devrimci hareketin evrensel
deneyimine de yabancı değildir. Lenin, "Ne Yapmalı?" da, "demokratizm"e
karşı polemiğinde devrimci mücadele içinde kurulan ilişkilerin formel
ilişkilere üstünlüğünü şöyle anlatır: "Gerçekte, demokratik bir denetimi
gerçekleştirmenin olanaksızlığının, devrimci örgütün üyelerini tümüyle
denetim dışı bıraktığını sanmak büyük hata olur. Bunların, demokratizmin
(içerisinde eksiksiz karşılıklı güvenin hüküm sürdüğü yakın ve kaynaşmış
bir yoldaşlar topluluğundaki demokratçılığın) oyuncak biçimleri üzerinde
düşünmeye vakitleri yoktur, ama onlar, zaten layık olmayan bir üyeyi
saflarından defetmek için gerçek bir devrimciler örgütünün, hiç bir şey
önünde gerilemeyeceğini deneyimleriyle bildiklerinden, canlı bir
sorumluluk duygusuna sahiptirler." (13)
Militan kitle mücadelesinden silahlı savaşa kadar uzanan bir kavga
süreci üzerinde yükselen THKP-C'nin örgütsel ilişkilerinde gözlenen
"gariplikler" günümüzün devrimcileri için öğretici olmalıdır.
"Savaş örgütü, savaş meydanlarında çıkar" (14)
(1) İddianame, Sf. 85
(2) İddianame, Sf. 87
(3) THKC'nin 1 No'lu Bülteni; "THKP-C, Dava Dosyası, Yazılı
Belgeler" içinde; Yar Yayınları, Sf. 446
(4) Belli, Mihri; Devrimci Hareketimizin Eleştirisi;
Yurtsever Yayınlan, Sf. 50
(5) Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Tüzüğü; "THKP-C, Dava
Dosyası, Yazılı Belgeler" içinde; Yar Yayınları, Sf. 435-436
(6) Küpeli ve Aktolga'nın Parti'den ihraç kararına cevaben
kaleme aldıkları 116 sayfalık broşürden aktaran: İddianame, Sf. 215-216
(7) Küpeli-Aktolga, Aynı yerde, Sf. 216
(8) 1965-71 Türkiye'de Devrimci Mücadele ve Dev-Genç; THKP-C
Dava Dosyası, Yazılı Belgeler" içinde; Yar Yayınlan, Sf. 329; bu
yazı Yusuf Küpeli tarafından kaleme
alınmıştır.
(9) Dev-Genç'in5. Genel Kurulu'nda Mahir Çayan'ın yaptığı
konuşmadan aktaran: İddianame, Sf. 70
(10) Ertuğrul Kürkçü'nün 6 Nisan 1971de Ege Üniversitesi'nde
yaptığı konuşmadan aktaran: İddianame, Sf. 71
(11) M. Cayan, Y. Küpeli, M. R. Aktolga, E. Kürkçü, ASD'ye Açık
Mektup; "THKP-C Dava Dosyası, Yazılı Belgeler" içinde; Yar Yayınlan, Sf.
217
(12) Mahir Cayan, "Yayın Politikamız"; Toplu Yazılar, Sf. 174,
Devrimci Yol Yayınları
(13) V. I. Lenin, Ne Yapmalı?, Sf. 163-164, Sol Yayınlan
(14) İhtilalin Yolu, THKP bildirisi; "THKP-C, Dava Dosyası,
Yazılı Belgeler" içinde; Yar Yayınları, Sf. 439
|
|