Emperyalizme ve
Oligarşiye karşı |
Faşist saldırılar
Devrimci Gençlik, Sayı 4, 16 Ocak 1976
OLİGARŞİ İÇİNDEKİ ÇIKAR ÇEKİŞMELERİ "ANARŞİNİN" ASIL KAYNAĞIDIR Ülkemizde hakim sınıflar tam bir çıkmazın içindeler. Hakim sınıfların iktidarı, işbirlikçi tekelci burjuvazi ile kapitalizm öncesi unsurlar arasındaki gerici bir ittifaka dayanıyor. Bu çelişmeli ittifak, ülkemizi tam bir azınlık diktatörlüğü -oligarşik diktatörlük- ile yönetiyor. |
![]() |
Bu menfaat çetesi halkı sömürmek ve ona baskı
uygulamakta birleşirken, kendi aralarında sömürüden alacakları pay
yüzünden sık sık birbirlerine düşüyor ve dalaşıyorlar. İşte bu yüzden de
ülkemizde sık sık iktidar krizleri meydana geliyor. Ülkemizdeki siyasi
istikrarsızlığın maddi temeli hakim sınıftar arasındaki bu çelişmeli
ittifaktır.
Bu gün de ülkemizdeki faşist yönetim işte bu temel
nedenle yine sallanıyor. Devrimci bir iktidar alternatifinin-düzenin
gerçek alternatifinin-sübjektif koşullarının yokluğu nedeniyle rejim, iki
alternatifle, burjuvazinin iki seçeneği ile karşı karşıya: Açık faşist bir
diktatörlük veya mevcut nispi "demokratik" şartların sürmesi. Başka bir
deyişle, "sertleşme" ya da "yumuşama". Hakim sınıflar arasındaki menfaat
kavgaları bugün bu iki ana siyasi tercihte ifadesini
buluyor. Demirelin politik hedefleri yavaş yavaş açıklık kazanıyor. 12 Mart öncesi ile sonrasının bir sentezini arıyor: Asker sivil karması bir dikta... "Sertleşme" yanlılarının, bugün Demirelle ittifak halinde bulunan fakat ondan da fanatik olan bir kesimi daha var. Yaşadığımız günler, burjuvazinin kendine yeni yolunu; halkı soymanın, ezmenin, susturmanın yeni yolunu aradığı günlerdir. İşte bu nedenle, sertleşmeyi isteyenler tasmalarını bıraktıkları eli kanlı katil köpeklerini gençliğin ve halkın üzerine saldırtıyorlar, oligarşinin kanlı elleri yeni cinayetler işliyor. İşte bu nedenle geçen hafta faşistler Ankarada önce ODTÜ otobüslerine hem de Genel Kurmay Başkanlığının önünde, ertesi gün de beş ayrı fakülteye birden 30ar kişilik gruplar halinde silahlı saldırılar düzenlediler. Şükrü Bulut adlı arkadaşımız bu yüzden öldü. Ertesi gün ise onun cenaze töreni için toplanan binlerce öğrenciyi polis, makinalı tabancalarla taradı. Onlarca ağır yaralıdan biri, bir kız arkadaşımız bitkisel hayata girdi ve öldü. İstanbulda ve yurdun her yerinde buna benzer olaylar her gün sürüyor. İşte TRT ve burjuva basın tarafından "karşıt görüşlerin çatışması" olarak kamuoyuna aktarılan bu "olay"lara dayanarak Demirel, sıkıyönetim ilan edeceğini, üniversitelere el koyacağını açıklıyor. Artık bugün tüm halkımız şunu açıkça görüyor ki, bu kavga karşıt görüşlere sahip gruplar arasındaki bir çatışma değildir. Bugün apaçık ortada olan gerçeği, ne TRT, ne de burjuva basının "anarşi sürüyor" avazeleri gizleyemez. Gerçek olan şudur ki, bugün bütün bir emekçi halk, tüm yurtsever ve devrimciler oligarşinin alçakça ve kanlı saldırılarıyla karşı karşıyadırlar. Mücadele, bu saldırıya boyun eğmeyen gerçek yurtseverlerle oligarşinin resmi ve sivil kanlı elleri arasında; namusla namussuzluk, yurtseverlikle hainlik, haysiyetle alçaklık arasındaki bir mücadele olarak sürüyor. Bugün bu alçakça saldırılara muhatap olanlar ise, sadece gençlik değildir. Aynı kanlı saldırılar ülkemizin her tarafında öğretmen-işçi-memur tüm yurtseverlere karşı sürdürülüyor. Binlerce işçi işlerinden atılıyor. Yüzbinlerce işçinin ekonomik-demokratik mücadele olanakları ellerinden alınıyor. Tüm yurtseverler ve devrimciler üzerindeki baskılar alabildiğine yoğunlaştırılıyor. Bu azgın faşist saldırılar karşısında bir tek doğru
devrimci politika olabilir: Faşist zorbalığa aktif bir şekilde karşı
çıkmak; örgütlü halk yığınlarının direnişini bir kale gibi faşizmin
karşısına dikmek, faşist saldırıların kaynağını yok etmek. Bu nedenlerle
faşizme karşı savaş bilincini ve kararlılığını yükseltmek anti-faşist
mücadelenin özü olmalıdır. FAŞİST SALDIRILAR KARŞISINDA DİSK VE CHP
YÖNETİCİLERİ TUTARSIZ BİR Bu saldırılar karşısında devrimci-ilerici olmak iddiasındaki kuruluş ve örgütler ne yapıyorlar? DİSK, CHP ve diğer sözde sosyalist partiler, her vurulan öğrencinin arkasından basına sözlü, yazılı demeçler veriyor, faşistleri lanetliyorlar. (Bu konuda TİP ve TSİP, CHPden daha geri: Onların demeçlerindeki aman kıpırdamayalım; faşizm gelir mantığı, halkın mücadele bilincini köreltmekten başka bir işe yaramıyor. Yani sadece faşistlerin işine yarıyor). Bu kuruluşlar bildiri yayınlamaktan başka da hiçbir şey yapmıyorlar. Herşeyden önce şunu kesinlikle bilmek gerekiyor: Sadece bildiri yayınlamakla, demeç vermekle faşizme karşı mücadele verilemez. Lafla faşizmin yenilgiye uğratılamayacağını anlamak gerekir. Maddi birşey ancak bir başka maddi şeyle bertaraf edilebilir. Faşizm herşeyden önce dizginlenemeyen bir zorbalık ve gericiliktir. Ona karşı olan herkesin bugün elindeki tüm imkanları ortaya koyması gerekir. Mücadelenin çok yönlü zengin koşullarında -hayatın her alanında- faşist saldırganlığa karşı dişimizle-tırnağımızla direnmek zorundayız. Bu gerçek ortadayken, DİSK ve CHP yöneticileri bu örgüt bünyesindeki yurtseverlerin anti-faşist miting ve yürüyüşlere katılmamaları için çaba sarfediyorlar. TÖB-DER mitinglerini engellemek için İçişleri Bakanından daha fazla çaba sarfettiler! Bugün faşizme karşı olan, gerçekten emekçi halktan yana olan herkes, her kurum, her örgüt omuz omuza vermek zorundadır. Sıkılı bir yumruk, tek bir yürek olmalıdırlar. Gençliğin ve emekçi halkın, tüm yurtseverlerin anti-faşist eylemde birliği: Bugün biricik doğru yol budur. Kim bu birliği kendi kişi-grup-örgüt çıkarları uğruna baltalıyorsa, halkın ve gençliğin saflarında suni sebeplere dayanarak ayrılıkçılık yapıyorsa, işçi sınıfına ve emekçi halka karşı da tam bir ihanet içindedir. Bu konuda önce DİSK yöneticilerinin durumu anılmaya değer: Onlar, işçi sınıfının ilerici-yurtsever kesiminin toplandığı sendikaları ellerinde bulundurmalarına dayanarak, kendi iktidarlarını korumaktan başka birşey düşünmüyorlar. Faşist saldırılar karşısında ara sıra işçi sınıfı adına(!) demeçler veriyorlar. Faşizmin kendilerine bir zararı dokunmayacağını düşünerek, devrimci gençliğe saldırmaktan başka birşey yapmıyorlar. 12 Mart öncesinde yoğunlaşan faşist saldırılara karşı da aynı kişiler böyle elleri kolları bağlı kalmışlardı. O zamanki Dev-Genç yöneticilerinin sürekli uyarılanna rağmen, faşizme ve devrimci gençliğe yöneltilen baskılara karşı çıkacak yerde, küçük burjuvazinin peşine takılarak, onların yaklaştığını düşündükleri iktidarlarında kendilerine yeni mevkiler garantilemek yolunu seçmişlerdi. 12 Mart faşizminin bütün yurtseverlere karşı yönelttiği baskılar kadar milyonlarca işçinin 12 Mart faşizminin zulmü altında tüm ekonomik demokratik haklarından yoksun bırakılarak, o dönemin en çok ezilen sınıfı olmasının da ağır tarihi sorumluluğunu üstlendiler. Evet, 12 Mart faşizmi kendi işçi imparatorluklarına dokunmadı ama milyonlarca işçiye kan ağlattı. Onlar o zaman bu zulme ortaklık ettiler. Bu gün de aynı politikayı sürdürüyorlar. Devrimci gençliğe, goşist anarşist diye saldırırken faşist saldırılar karşısında CHPye kuyrukçuluk etmekten başka birşey yapmıyorlar. Onlarınki, işçi sınıfına ve tüm emekçi halka karşı ihanet politikasıdır ve elbet tüm bu ihanetler karşılıksız kalmaz, birgün hesabı sorulur. DİSK yöneticilerinin kuyruğuna takıldıkları CHPnin ise, keşke perçemi olsa! CHP yöneticileri ve Ecevit, faşizmin saldırı ve tertipleri karşısında tam bir fırsatçı politika sürdürüyor. İlk olarak, demokrasi mücadelesini mevcut nispi demokratik şartların korunmasından ibaret görüyor; bunun da tek yolunun CHPnin iktidarı olduğunu ileri sürüyorlar. Bugünkü mevcut siyasi rejimin adının demokrasi olmadığı artık Barolar Birliğinin bile resmen ilan ettiği bir gerçektir. CHPnin iktidarında bu demokrasinin ne kadar demokratikleşeceği ise geçen yılki iktidarında açıkça ortaya çıktı. Bugün ülkemizde devlet aygıtı içinde kurumlaşan faşizmin ortadan kaldırılması, demokrasinin gerçekleştirilmesi bir devrim sorunudur ve bu sorunu CHP iktidarı ile çözümlemenin olanaksızlığı ortadadır. CHP yöneticilerinin bugün sürdürmekte oldukları ve mevcut "nispi demokratik" ortamı koruma esasına dayanan politikaları, asıl olarak oligarşi içindeki yumuşama eğilimlerine cevap veriyor. CHP yöneticilerinin bu politikalarının, tekelci burjuvazinin bu kesimiyle bütünleşmeyi amaçladığını, o yoldaki bir gelişmeyi ifade ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bir yana, CHP faşist saldırganlıklar karşısında son derece etkisiz kalıyor. Oysa faşistlerin teşhiri açısından onlar, bugün çok geniş imkanlara sahiptirler. CHP yöneticileri kendilerine rağmen faşist saldırılara karşı çıkan CHPli yurtseverlere de baskı yapıyor. Anti-faşist mücadelede CHPnin politikası tutarsız olduğu kadar, etkisiz ve pasif bir politikadır. Tarihteki tüm faşist iktidarların kuruluşunda sosyal demokrat partilerin oynadıkları olumsuz rol, ihanet derecesine varan hatalar, sadece birer tesadüf değildir. Küçük burjuvazinin tanıdığımız, bildiğimiz kaypaklığının gelenekleşmiş kaderidir! TİP ve TSİPe gelince: Teslim etmek lazım ki, onlar anti-faşist mücadelede görevlerini layıkiyle yerine getiriyor, istediklerini gerçekleştiriyorlar(!). Zira üniversiteler son günlerde azgın faşist saldırıların arkasından süresiz olarak kapatılıyor. Onların da istedikleri zaten bu değil miydi? Yalnız bir nokta yeterince anlaşılamadı: Faşistler mi bizim sol partilerimizin "oyununa gelerek" üniversiteleri kapattırdılar, yoksa bizim "sol parti"ler mi, faşistlerin "oyununa gelerek"?! Azgın faşist saldırılara karşı verilen mücadelenin başarıya ulaşabilmesi, sol hareketin saflarındaki bu konudaki yanlış eğilimlerin etkinliğinin giderilebilmesine ve faşizme karşı doğru bir politikanın izlenebilmesine bağlıdır. O halde tüm emekçi halkın baş düşmanı faşizme ve azgın faşist saldınlara karşı mücadelede doğru bir politika etrafında, tüm yurtseverlerin birliği yolunda İLERİ! Gençliğin anti-faşist mücadelesindeki birliği için İLERİ! |
|
Biradım Dergisi Web Grubu 2003-2004 email: web@devrimciyol.org